latest
haber

KÜLTÜR-SANAT

VIDEO

video

VELESPIT HİKAYELERİ

velespit hikâyeleri

GÖÇMENLERİN GÜNDEMİ

YEREL HABERLER

LONDRA GÜNLÜKLERİ

EMAR Vakfı'nın düzenlediği “Kıbrıs 1974" başlıklı panel 4 Temmuz'da

Hiç yorum yok

Emek tarihi araştırmalarıyla bilinen, Londra merkezli Emek Araştırmaları Vakfı (EMAR), 4 Temmuz Cuma günü,  Prof. Vassilis K. Fouskas’ın panelist olarak katılacağı "Kıbrıs 1974" başlıklı bir panel düzenliyor. 


“Cyprus 1974: Anatomy of an Invasion” (Kıbrıs 1974: Bir İşgalin Anatomisi) adlı kitapta, Fouskas Kıbrıs’ın 1974’teki bölünmesini yalnızca etnik gerilimlere değil, daha geniş jeopolitik stratejilere dayandırıyor.

Fouskas, Kıbrıs’taki bölünmenin NATO’nun 1950’lerden beri uyguladığı politikaların bir sonucu olduğunu savunuyor. CIA ajanlarının Yunanistan’daki faaliyetleri ve dönemin Yunan cuntası tarafından desteklenen bir darbe ile Başpiskopos Makarios’un devrilmesi, kitabın merkezinde yer alan olaylar arasında. Kitap, ayrıca Ege Denizi'nde Türkiye ile Yunanistan arasında yaşanan gerilimlerin arka planını da irdeliyor.

Etkinlikte Keele Üniversitesi’nden Bülent Gökay ve Middlesex Üniversitesi’nden Tunç Aybak panelist olarak yer alacak.

Etkinlik Detayları:

  • Tarih: 4 Temmuz 2025, Cuma

  • Saat: 18:30 – 20:30

  • Yer: Meeting Room 3, Finsbury Park Trust FinSpace, 225-229 Seven Sisters Road, Finsbury Park, Londra, N4 2DA



Trump göçmenlerin üzerine Ulusal Muhafız Birimi'ni gönderdi

Hiç yorum yok

Cuma ve Cumartesi günü federal görevliler ile protestocular arasında yaşanan çatışmaların ardından, Ulusal Muhafız birlikleri Los Angeles’a ulaştı. Kaliforniya Valisi Gavin Newsom, Trump’ın asker çağırma kararının yalnızca “gerilimi artıracağını” söyledi. Savunma yetkilileri CBS News’e, gerginlik tırmanırsa aktif görevdeki deniz piyadelerinin de çağrılabileceğini, yüzlercesinin konuşlanma hazırlığına başladığını söyledi.



Görsel: ChatGPT

ABD İç Güvenlik Bakanı Kristi Noem, dün gece Paramount'ta yaşanan çatışmaların ardından Ulusal Muhafızların Los Angeles’a "hukuk ve düzeni sağlamak" amacıyla gönderildiğini vurguladı.

BBC’nin ABD’deki ortağı CBS News’e konuşan Noem, Ulusal Muhafız birliklerinin şehirdeki bir federal binada araçlarıyla birlikte görülmesine rağmen, tam olarak nereye konuşlandırılacaklarını belirtmekten kaçındı.

“Onlar başkanın talimatıyla oradalar; amaçları barışı sağlamak ve insanların protesto edebilmesine olanak tanımak,” dedi. “Barışı sağlamak için özel becerilerini kullanabilirler.”

Donald Trump’ın, Kaliforniya Valisi Gavin Newsom’un yetkisini aşarak Ulusal Muhafızları göndermesine ilişkin olarak ise Noem, Trump’ın bunu Demokrat Valiyle süregelen anlaşmazlığı nedeniyle yaptığını ima ederek, “Newsom kötü kararlar aldığını defalarca kanıtladı,” dedi.

“Bu yüzden başkan, Vali Newsom’un aklı başına gelmesini beklemek yerine bu toplumun güvenliğini tercih etti,” ifadelerini kullandı.

Los Angeles’ta geçtiğimiz hafta sonu yapılan federal göçmen gözaltı operasyonları, kentte yoğun protestolara neden oldu. Göçmen hakları savunucuları, hukuki ikilemler yaşayan kişilerin haksız şekilde gözaltına alındığını ve bazılarının yasal statüye sahip olmasına rağmen zarar gördüğünü vurgulayarak, “İnsanlık onuruna saygı duyulmalı” çağrısı yaptı.

Göçmen hakları savunucuları, yasal yollarla ABD'de yaşayan ancak göçmenlik uygulamaları nedeniyle gözaltına alınan kişilerin durumunun derinlemesine incelenmesini talep etti. Los Angeles İlçe Göçmen Hakları Koalisyonu’ndan bir yetkili, bazı kişilerin temel haklardan mahrum bırakıldığını ve süreçte hukuki danışmanlık desteğine erişemediklerini belirterek, “Adil süreç ve hukuki savunma, göçmen haklarının merkezidir” dedi .

Kentteki bu gerilim, göçmen haklarının korunması, hukuki süreçlere erişim ve devletin zor kullanımının sınırlarının yeniden tartışılacağı bir dönemi başlattı. Ulusal Muhafız’ın yasal statüye sahip göçmenleri bile kapsayacak şekilde devreye sokulması, hukuk çevrelerinde “anayasal haklara müdahale” olarak değerlendiriliyor.



Kadınlar 20. Zilan Kadın Festivali’nde bir araya geliyor

Hiç yorum yok



Londra’da her yıl geleneksel olarak düzenlenen Zilan Kadın Festivali, bu yıl 20. kez kadınların coşkusuyla hayat bulacak. Jiyan Kadın Meclisi’nin öncülüğünde 14-15 Haziran tarihlerinde gerçekleştirilecek festivalin bu yılki sloganı: “Jin Jin Jiyan Azadî ile Demokratik Toplum İnşasına!” olarak belirlendi. 

 


Festivalin ilk günü olan 14 Haziran Cumartesi günü, saat 13.00’te “Jin Jiyan Azadî’den Demokratik Toplum Modeline: Kadın Özgürlüğüyle Yeni Bir Yaşam” başlıklı bir panel düzenlenecek. Panelin konuşmacısı ise Amed Milletvekili Adalet Kaya olacak. Etkinlik, Kurdish Community Centre'da (11 Portland Gardens, Harringay Ladder, London N4 1HU) yapılacak.

15 Haziran Pazar günü ise festivalin büyük buluşması gerçekleşecek. Saat 13.00’te başlayacak etkinlik, Bull Lane Playing Fields’de (Allied House, 14 Bull Ln, London N18 1SX) düzenlenecek. Müzik sahnesinde Zînê Botanî, Gülseven Medar, Suna Alan, Zeyno Durar ve Burcu Aytaç gibi güçlü kadın sanatçılar yer alacak. Ayrıca folklor gösterileri, davul-zurna performansları, yemek, giysi ve çeşitli stantları ile çocuklara özel etkinlikler de festival programında yer alacak. Etkinliğe giriş ücreti £5 olarak belirlendi.

Jiyan Kadın Meclisi, yaptığı açıklamada tüm kadınları festivale katılmaya davet ederek şu mesajı paylaştı: “Bu yıl 'Jin Jiyan Azadî ile kadın devrimine yürüyoruz!' diyerek buluşacağız. Ezgilerimizle, sloganlarımızla direnişi büyüteceğiz. Bu sadece bir etkinlik değil; güçlenmek, dayanışmayı büyütmek ve birlikte mücadeleye devam etmek için bir araya gelişimizdir.”

Trump Yönetiminden Çinli Öğrencilere Vize Kısıtlaması: Akademik Gelecek Tehlikede

Hiç yorum yok

ABD Başkanı Donald Trump'ın yürürlüğe koyduğu yeni göç politikaları, Çinli öğrencilerin eğitim hayallerini tehdit ediyor. Dışişleri Bakanlığı'nın geçtiğimiz hafta yaptığı açıklamada, Çin ve Hong Kong'dan gelen öğrencilere yönelik vizelerin "agresif" bir şekilde iptal edileceği ve yeni başvuruların daha sıkı denetleneceği belirtildi. Bu karar, özellikle Harvard Üniversitesi gibi prestijli kurumları hedef alarak, Çin ile bağlantılı olduğu iddia edilen okullara uluslararası öğrenci alımını yasaklamayı amaçlıyor.




Bu politika, Çinli öğrenciler arasında büyük bir belirsizlik ve endişe yaratmış durumda. Örneğin, UCLA'da uygulamalı matematik eğitimi alan 22 yaşındaki Jerry, Harvard'da sağlık veri bilimi yüksek lisans programına kabul edilmişti. Ancak Trump yönetiminin Harvard'ın uluslararası öğrenci kabulünü durdurma girişimi, Jerry ve onun gibi birçok öğrencinin planlarını altüst etti. Her ne kadar bir federal yargıç bu yasağı geçici olarak durdurmuş olsa da, Trump yönetimi farklı yasal yollarla bu tür kısıtlamaları sürdürmeye kararlı görünüyor.

Trump yönetimi, bu kısıtlamaları ulusal güvenlik gerekçesiyle savunuyor. Dışişleri Bakanı Marco Rubio, Çin Komünist Partisi ile bağlantılı olduğu düşünülen öğrencilerin ve kritik alanlarda eğitim görenlerin vizelerinin iptal edileceğini belirtti. Ancak eleştirmenler, bu adımların ırksal profilleme ve ayrımcılık içerdiğini, akademik özgürlüğü zedelediğini ve ABD'nin küresel rekabet gücünü olumsuz etkilediğini vurguluyor.

Çinli öğrenciler, ABD'deki uluslararası öğrencilerin yaklaşık dörtte birini oluşturuyor ve üniversiteler için önemli bir gelir kaynağı sağlıyor. Ancak 2020'den bu yana Çinli öğrenci sayısında %25'lik bir düşüş yaşandı. Bu durum, araştırma projeleri ve üniversite bütçeleri üzerinde ciddi etkiler yaratabilir. Uzmanlar, bu tür politikaların uzun vadede ABD'nin bilimsel ve teknolojik ilerlemesini yavaşlatabileceği konusunda uyarıyor.

Trump'ın göçmenlik politikaları, sadece Çinli öğrencileri değil, genel olarak uluslararası akademik camiayı da etkiliyor. Öğrenciler ve akademisyenler, artan belirsizlik ve güvensizlik ortamında alternatif ülkelerde eğitim ve araştırma fırsatları aramaya başladı. Bu gelişmeler, ABD'nin uzun süredir sahip olduğu "bilim ve eğitimde lider ülke" imajını zedeleyebilir.


Kaynak: The Guardian

Türk Profesör Başak Akdemir’in liderliğindeki 35 Education, İskoçya'daki 178 yıllık Glenalmond College’i devraldı

1 yorum

 İngiltere merkezli 35 Education, İskoçya’daki  Glenalmond College ile Craigclowan School & Nursery,  eğitim kurumlarını devralarak burs, altyapı ve küresel büyüme hedeflerini içeren geniş kapsamlı bir dönüşüm başlattı.




İskoçya’nın önde gelen eğitim kurumlarından Glenalmond College ile Craigclowan School & Nursery, İngiltere merkezli eğitim girişimi 35 Education ile stratejik ortaklık kurdu. Yeni yapı, okullarda burs imkânlarını artırmayı, kampüs altyapısını yenilemeyi ve uluslararası öğrenci potansiyelini büyütmeyi hedefliyor.

35 Education, daha önce uluslararası eğitim kurumlarında üst düzey yöneticilik yapan ve hâlihazırda Londra’da yaşayan Profesör Başak Akdemir liderliğinde faaliyet gösteriyor. Akdemir, Glenalmond’un geleneksel yapısını koruyarak akademik ve sportif alanda küresel bir başarı modeli oluşturmayı amaçladıklarını söyledi.

Glenalmond College, 1847 yılında kurulan köklü bir yatılı okul olarak İskoçya’nın eğitim tarihinde önemli bir yere sahip. Okul, geleneksel değerleriyle tanınırken, aynı zamanda çağdaş eğitim anlayışına da açık bir yapıya sahip. Yaklaşık 122 hektarlık alana yayılan kampüsüyle Glenalmond, ülkenin en büyük okul kampüslerinden biri olarak öne çıkıyor. Bu geniş alan, öğrencilere doğayla iç içe, güvenli ve ilham verici bir öğrenme ortamı sunuyor.

Akademik Programlara ve Kampüse Yatırım

Yapılan anlaşma kapsamında Glenalmond College’da eğitim almak isteyen başarılı öğrencilere yüzde 100’e kadar burs sağlanacak. Ayrıca, iki okulun kampüslerinde öğrenci yurtlarından spor alanlarına, teknoloji altyapısından açık hava eğitim imkânlarına kadar birçok alanda büyük ölçekli yatırımlar planlanıyor.

Profesör Akdemir, özellikle Türkiye’de Darüşşafaka ve benzeri kurumların başarılı öğrencilerine yüzde 100 burslu eğitim için kontenjan sağlayacağını ve bundan çok memnun olacağını ifade etti.

Anlaşma kapsamında, akademik başarı gösteren öğrenciler için Glenalmond College’da eğitim ücretinin tamamını kapsayabilecek 40 tam burs sağlanacak. Eğitimde fırsat eşitliğini önceleyen bu destek programı, nitelikli öğrencilere büyük bir kapı aralayacak. Buna ek olarak, uzun vadeli mali kaynaklarla okulun ekonomik dayanıklılığı güçlendirilecek ve eğitim sektöründeki dalgalanmalara karşı yapısal bir güvence oluşturulacak.

Her iki okulun kampüslerinde de büyük çaplı yenilemeler planlanıyor; öğrenci yurtları, spor ve sanat tesisleri, teknoloji altyapısı ve açık hava eğitim alanlarında kapsamlı iyileştirmeler yapılacak. Ayrıca, girişimcilik ve liderlik odaklı, çağdaş ihtiyaçlara cevap veren yeni akademik programlar geliştirilecek.  

Glenalmond yönetim kurulunda daha önce Eğitim Komitesi’ne başkanlık eden ve Francis Holland School’un eski müdürü Lucy Elphinstone, strateji ve gelişim çalışmalarına liderlik edecek. Elphinstone, öğrencilere bireysel gelişim ve zihinsel dayanıklılık kazandırmayı hedefleyen bir müfredat hazırladıklarını belirtti.



Spor Programlarında Hedef: Uluslararası Seviye

Okulun spor alanındaki dönüşümünü ise Manchester United International’ın eski yöneticilerinden Mike Farnan yönetecek. Farnan, Jordan ve Williams Formula 1 takımlarında da üst düzey görevler üstlenmiş bir spor yöneticisi. Yeni dönemde Glenalmond’un halihazırda güçlü olduğu rugby, tenis, futbol ve golf gibi alanlarda uluslararası düzeyde bir spor programı hedefleniyor.

Küresel Model Olma Hedefi

Glenalmond College, bu değişimle yalnızca Birleşik Krallık'taki eğitim sistemine değil, aynı zamanda uluslararası pazarlara da örnek olabilecek bir model oluşturmayı planlıyor. 35 Education’ın açıklamasına göre, ilerleyen süreçte Glenalmond eğitim modelinin yurt dışında da uygulanması hedefleniyor.

Glenalmond College Vakfı Başkanı Ian Gray, ortaklığı “mali ve vizyoner açıdan sürdürülebilir bir gelecek planı” olarak tanımlarken, kurumun köklü yapısının korunarak yenilikçi bir yaklaşımla geliştirileceğini vurguladı.

Bu yeni dönemle birlikte, Glenalmond Group’un hem yerel hem de küresel ölçekte daha geniş bir öğrenci kitlesine ulaşması bekleniyor.

 

Dünya Bisiklet Günü nedeniyle “Turuncu Şimşek"i hatırlamak

Hiç yorum yok

 Bugüne kadar hiç arabam olmadı, hiç de heves etmedim. Kızanlığımdan beri hep iki tekerlek üzerindeyim. Eskiler velespit derler, babaannem de “şitan (şeytan) arabası” derdi. Bu yazıda  ilk bisikletim olan “Turuncu Şimşek”ten söz edeceğim.

Tuncay Bilecen




 İlk bisikletim; babamdan kalan Balkan marka, Bulgar malı, turuncu bir bisikletti. O dönemde izlediğim çizgi filmlerden etkilenmiş olacağım, “Turuncu Şimşek” adını verdiğim bisikletim aynı zamanda arkadaşımdı, onunla konuşur, dertleşirdim.

Gündüzleri sapsarı gündöndü tarlaları arasında, göl kenarlarında, salkımlıkta akşamları ise nasıl çalıştığını anlamadığım dinamonun verdiği ışıkla köyün etrafında turlamak büyülü bir dünyaya yapılan bir yolculuk gibiydi benim için.  

Köydeki çocuklar olarak bizi başka âlemlere götüren bisikletimizi “hoş kullanmaya” çalışır, bozulmasın diye adeta üzerlerine titrerdik.  Çünkü bizim köyde bisiklet tamirinden anlayan biri yoktu. Arada kamyonetli bir tamirci uğrardı köye, ama bekle ki gelsin! O geldiğinde adeta bayram gelir, köyün bütün bisikletli çocukları kamyonetin etrafında toplanırdık. Sadece tamir hizmeti vermez; bisikletlerimiz için rüzgârda dönen pırıldak, tekerlere takılan palet ve değişik süsler getirirdi bu tamirci.

Bisikleti bozulan bir çocuk ne zaman geleceği belli olmayan kamyonetli tamirciyi bekleyebilir mi? Bekleyemez elbette. O yüzden biz de kendimizi yollara vurur, o dönem bize çok uzak gelen dört kilometre mesafedeki Velimeşe kasabasına giderdik. Toz toprak yolda yanımızdan bir araba geçecek olsa boz bulanık bir toz bulutunun ortasında kalırdık. Asıl mesleği imamlık olan tamircinin camiden gelmesini sade gazoz içerek bekler, tıpkı hastane koridorlarında bekleyen hastalar gibi birbirimize bisikletlerimizin dertlerini anlatırdık.

Turuncu Şimşek, çok sık patlayan ve artık yama tutmayan tekerleri olmasa turp gibiydi aslında. İmam, artık beni tanıdığı için Turuncu Şimşek’in derdini sormazdı bile. Tekerini çıkarır, su dolu leğendeki iç lastiğin patlamış yerini anında bulurdu. Tamir olmuş bisikletimle Velimeşe’den köye dönerken sevincimden adeta kanatlanıp uçardım. Bir taraftan da tekerleri kontrol eder lastik hava kaçırıyor mu, diye bakardım.



Bir defasında o küçücük bisiklete üç kişi binmiş, kardeşimi ve dayımın oğlu Engin’i Velimeşe’den köye ter su içinde ama mutlu olarak getirmiştim. Güray ön tekeri, Engin de arka tekeri arada kontrol ediyor, lastiklerin hava kaçırmadığından emin olduktan sonra birkaç dakika arayla “bombaaaa!”, “bombaaaa!” diye bağırıyorlardı.  

Turuncu Şimşek nasıl emekliye ayrıldı, akıbeti ne oldu hatırlamıyorum. Artık tekerleri yama tutmaz olunca yan kasabaya gitmekten bitap düştüm, ben büyüdükçe o küçüldü sanırım. İlginçtir sürekli patlayan tekerlerinin kerametini de daha sonra öğrendim. Meğer benim Turuncu Şimşek’i kıskanan tanıdığımız bir arkadaş, ben yaptırdıkça toplu iğne sokup tekrar patlatıyormuş "Turuncu Şimşek'in tekerlerini. Sağlık olsun, ne diyelim günahı boynuna.

Sherlock Holmes’un yazarı, Sir Arthur Conan Doyle şöyle bir kelam etmiş: “daha iyiye ulaşmak için her zaman mücadele ettim. Bisiklete binmekten çıkardığım ders, mücadele etmeden elde edilen başarının tatmininin de olmayacağıdır.” Tekerimize çomak (iğne) sokmak isteyenler çıksa da biz yine de iyiye, güzele doğru pedallamaya devam edelim.

Bu vesileyle Dünya Bisiklet Günümüz kutlu olsun!






Tuğçe Yaşar'ın "Kurtarılmış Zamanlar" kitabı üzerine

Hiç yorum yok





Tuncay Bilecen

Tuğçe Yaşar’ın, Ocak 2023’te Sözcükler Yayınları tarafından yayımlanan Kurtarılmış Zamanlar başlıklı öykü kitabı birbirinden bağımsız on öyküden oluşuyor. Öyküler her ne kadar bu şekilde kurgulansa da Kurtarılmış Zamanlar’da; göç, uyum sorunu, dil yetersizliği, göçmenlerin Fransa’daki çalışma koşulları, farklı mekânsallıklarda yaşam sürmenin aşk, arkadaşlık ve aile ilişkilerine etkisi gibi göçmenliğe dair yaşanmışlıkların öne çıkan ortak izlekler olduğu söylenebilir. Bu da bir bakıma kurgusal olmasa da izleksel olarak öyküleri birbirine teyelliyor ve okuyucuda bir bütünlük hissi uyandırıyor.

Öykülerde, göç ve göçmenliğin ortak izlekler olması yazarın yaşamıyla da paralellik taşıyor, zira kitapta yer alan öz yaşam öyküsünden Tuğçe Yaşar’ın lise ve yüksek öğrenimini Fransa’da tamamladığını öğreniyoruz (s.1). Yazarın bu sırada yaptığı gözlem ve yaşadığı deneyimlerin Kurtarılmış Zamanlar’da göze çarpan, göç ve göçmenliğe dair yaşanmışlık hissi veren duygu durumlarının kaynağını oluşturduğu söylenebilir.

Yetmiş iki sayfadan oluşan kitapta yer alan on öykünün bir diğer ortak özelliği ise her birinin çok kısa metinlerden oluşması. Detaylı tasvirlere yer vermeden, “o an”a odaklanılması kurgusal olarak öyküleri karakterlerin geçmişinden uzaklaştırırken okuyucuyu da dolambaçlı olmayan yollardan öykünün meramına ve şimdiye getiriyor. Tuğçe Yaşar, sosyal medya kullanımının da etkisiyle odaklanma süresinin saniyelerle ölçüldüğü bir dönemde, öykülerindeki karakterleri ve olay örgüsünü çok derinleştirmeden öyküyü varacağı istikamete bir an önce ulaştırıyor. Her ne kadar olaylar çabuk gelişip çabuk serimlense bazen de netice okuyucuya bırakılsa da yazar bunu telaşlı bir anlatımla yapmıyor. Dolayısıyla bu kurgusal tutum okuyucunun da anda kalma duygusunu pekiştiriyor.    

Göçmenlerin “dil yetersizliği” nedeniyle yaşadığı sorunlar Kurtarılmış Zamanlar’ın ortak temalarından birini oluşturuyor. Örneğin “La Carte La Carte” başlıklı öyküde Hekimhan’dan Fransa’ya göç eden, gündüzleri inşaat işçiliği, hafta sonları ise düğünlerde zurnacılık yapan Kevî’nin Paris’teki yaşamına tanıklık ediyoruz. “Fransızcayı kahve istemeyi ve ağrıyan yerini anlatabilecek kadar” kavrayan Kevî, dört yıldır yaşadığı Fransa’da oturum alamadığı için halen kaçaktır. Mahkeme tarafından sürekli ret almaktan yorulan Kevî son duruşmaya paragöz avukatı olmadan bir tercüman yardımıyla çıkar. Kevî duruşma esnasında konuşulanları çat pat anlar ama müziğin evrensel dili Kevî’nin dil sorununu ortadan kaldırır: “Bu kez zurnasını çıkarıp Diyarbekir Yolunda Türküsü’nü çaldı. Salondaki Afrikalı, Çinli, Pakistanlılar alkış tuttu. Kimisi ayağa kalkıp dans etti” (s.25). Duruşma çıkışında arkadaşının durumuyla ilgili kötü bir haber alacak olsa da Kevî müziğin evrensel diliyle oturum sorununu şimdilik halletmiştir.

“Renkli Boya Kalemleri” adlı öyküde ise dil yeterliliği ve ayrımcılık ortak temalardır. Öykü göçmen çocuklarıyla dolu bir ilkokul sınıfının anlatımıyla başlar, öykü kahramanı dil yetersizliği yaşadığından çizerek anlatmayı daha çok sevmektedir, bu yüzden en sevdiği ders resim dersidir. Tuğçe Yaşar, bu öyküde dil bilmemenin verdiği çaresizliği çarpıcı bir şekilde tanımlamıştır:

Dil bilmeyen insanlar konu ne olursa olsun sohbet esnasında sık sık güler. Hem de olur olmadık yerde. Soru sorulduğunda anlamadığı zamanlar olur, evet ya da hayır deyip hemen gülmeye başlarlar. O gülüş, anlamış gibi yapmak değil de, “Bir gün bütünüyle anlayacağım, benimle sohbet etmeyi sürdür,” demek sanki (s.8).

Resim öğretmeni Madam Veziat, öğrencilerin arkadaşları Eflâ’nın okuldan atılmaması için verdikleri kâğıda destek imzası atmak yerine dolu olan kalem kutusuna başka bir boya kalemini sokmaya çalışarak dolu kalem kutusu metaforunu kullanır; “Bak Eflâ, bu kalem kutusu Fransa, bu tek kalem de sensin. (…) Ama bak bu kalem buraya girmiyor, çünkü artık yer yok” (s.10) der. Madam Veziat’ın bu sözleri öykü kahramanını derinden sarsar, bunu “Belki de hayatımda hiçbir Fransızca cümleyi bu kadar çabuk ve temiz, tek seferde anlamamışımdır” diyerek ifade eder.  

Öykünün sonunda ise mücadele ve dayanışma ruhu galip gelmiş, Madam Veziat’ın kullandığı kalem kutusu ve boya kalemleri metaforu tersine dönmüştür: “Hayet, Eflin ve Arthur, ‘Hepimiz göçmen çocuğuyuz!’ diye slogan atıyor. Her biri o bardaktaki renkli boya kalemlerine benziyor. Yan yana başları dik! Ben de rengimi onlara katıyorum” (s.10).

“Paris’in Şölen Yeri Geceleri” adlı öyküsünde ise göçmenlerin çalışma koşullarına tanıklık eder okuyucu, bu koşullar göç edilen ülkenin dilinin geç öğrenilmesinin ipuçlarını da ortaya koyar. Çünkü “hoparlördeki şarkılar işçiler diri kalsın diye hep yüksek sesteydi” (s.34). Bu da göçmenlerin kendi aralarında konuşmalarını ve sosyalleşmelerini engellemektedir. Bu yüzden ancak mesai bitiminde birbirleriyle konuşma fırsatı bulurlar. Hikâyenin Cezayirli ve Türk kahramanları kendi aralarında konuşurken, Cezayirli söze girer: “‘Birbirimizin yüzünü göremiyoruz, kaldı ki konuşacağız da dilini geliştireceksin! Allah iyiliğini versin abi’” (s.39).

Kitabın son öyküsü “Mavi Masa”da ise gurbette gerçekleştirilen çok kültürlü, çok dilli buluşmalara şahitlik eder okuyucu. Burada da müzik dost sohbetlerinin ortak dili olarak karşımıza çıkar. Sabaha eren gecenin sonunda dostlar birer birer ayrılırken geriye Veronika dışında sadece Türkiye’den göç edenler kalmıştır. “Artık sohbetin tek dili bütünüyle Türkçe olmuştu. Veronika da seheri bekleyenlerdendi. Konuştuklarımızdan bir şey anlamasa da can kulağıyla dinliyordu” (s.74).

Göçmenliğe ilişkin alışageldik bu olgu başka birçok göçmen yazarın yapıtlarında da karşımıza çıkmaktadır. Örneğin Menekşe Toprak’ın Temmuz Çocukları (2011) romanında da Hangi Dildedir Aşk (2009) adlı öykü kitabında da anadil korunaklı bir liman olma özelliğini çok kültürlü sohbetlerde sürdürür. Toprak, bunu bir güvence ve rahatlama olarak yansıtırken karşı tarafın tepkisine yer vermeyi de ihmal etmez;

Üstelik ikisinin aralarında Türkçe konuşması Polonyalı yazarı da, çevirmeni de rahatsız etmemişti. Belki de herkes ortak bir yabancı dili konuşmaktan yorulmuş, şimdi ana diline dönerek rahatlamıştı (Toprak, 2009, s.22).

Tuğçe Yaşar’ın öykülerinde dil meselesi sadece göçmenlerin yaşadığı dil sorunuyla sınırlı kalmaz, anadil de izleklerden biridir. “Taksi Balıkçısı” öyküsü, Paris’te çevirmenlik yapan Çiçek’in İstanbul’da arkadaşı Sedef’in evini ziyaretini konu alır. Çiçek, taksiyle Sedef’e giderken taksicinin telefonda Kürtçe konuşması üzerine ilkokul anılarına geri döner. Kürtçenin bir dil, anadili olduğunu o yıllarda yaşadığı bir olay üzerine annesinden öğrenmiştir.

Göçmenlerin emek piyasalarındaki görünümleri Yaşar’ın öykülerinin bir başka ortak izleğidir. “Tadeo Kalarov” adlı öyküsü Türkiye’de ekonomik olarak zorlanan Zafer ve Yade çiftinden, “Memlekette artık yaşanmaz” diyen Zafer’in pandemi döneminde Fransa’ya göçünü konu alır. Sahte Bulgar kimliği olan Zafer, Tadeo Kalarov ismiyle bilinir ve çoğu yeni gelen göçmen gibi bir inşaatta iş bulur. İşi ve odası arasında mekik dokuduğu rutin yaşamına başlar. Göçmenlerin gündelik yaşamlarına uzun uzadıya yer vermeyen yazar, yukarıda da sözünü ettiğimiz gibi bir an önce varacağı yere varır, Zafer inşaatta geçirdiği bir iş kazasında hayatını kaybeder. “Evleneli bir buçuk yıl olmuştu. Biraz para biriktirdikten sonra salgına da çare bulununca ailesini yanına aldıracaktı. Salgın gibi Zafer’in kaçakçılığı da sürerken, Tadeo’nun kıyafetleri ve Bulgar kimliği Zeynel Ustabaşına verildi” (s.18).

“Paris’in Şölen Yeri Geceleri” başlıklı öykü göçmenlerin zorlu çalışma koşullarına ilişkin detaylı tasvirlerle doludur. Bu öyküde göçmen işçiler arasındaki çekişmeler ve rekabetin yanı sıra göçmen işçi sirkülasyonu da yer alır. “Mavi yelekli ustalar her yorgunluğa, bıkkınlığa yetişemezdi. Kimi işçinin dayanamayıp molada istifasını verip çekip gittiği de olurdu. Sokak, okul, ev arasında öğrendikleriyle çelişip denge tutturamayan gençlerinse yerine başkalarının geçmesi uzun sürmezdi” (s.34). Bu öykü de tıpkı “Renkli Boya Kalemleri”nde olduğu gibi göçmenler açısından ümitvâr bir sonla biter ve tıpkı o öyküdeki gibi bir metaforu tersine çevirir yazar. Göçmenlerin birbirleriyle konuşmamaları ve tempolu çalışmaları için çalışma ortamında yüksek sesle dinletilen Dans sa bulle şarkısı grev marşı olup çıkmıştır.  

Kurtarılmış Zamanlar’ın bir başka ortak izleği ise farklı mekânsallıklarda yaşamanın arkadaş, aile ve aşk ilişkilerine yansımasıdır. Örneğin “Ardıç Kuşu” adlı öyküde öykü anlatıcısının Yunan sevgilisiyle yaşadığı aşk ilişkisini arkadaşı Zeynep’e anlatması konu edilir. Sonradan Yunanistan’a gittiği anlaşılan Yunan sevgili bir ara ortadan kaybolmuş, aylar sonra ise yeniden ortaya çıkmıştır. Ardıç kuşu bu yönüyle bir bakıma gurbet içinde gurbeti yaşamayı, göç edilen yerde köklü ilişkiler kuramamayı gösterir gibidir. “Ardıç Kuşu şimdi bir yerlerde gitarını çalıp şarkı söylüyordur. Bir kadının parmaklarına dokunup hangi enstrümanı çalabileceğini tartışıyordur” (s.45).

“Denize Atılan Taşlar” öyküsü ise araya giren mesafelerle birlikte dostluklar yıllara meydan okur mu? Biz ve geride bıraktığımız yıllar sonra bile aynı kişiler midir? sorularını sordurur. Bu öyküde göçmenlerin yaşadığı aidiyet sorununun arkadaş ilişkilerine yansıması örtük olarak kendisini hissettirir.

Tuğçe Yaşar’ın kendine özgü üslubu ve diliyle kaleme aldığı Kurtarılmış Zamanlar, göç ve göçmenliği çeşitli biçimleriyle aktarması ve yaşanmışlıklardan süzülen gerçekçi anlatımıyla göç yazınına ilgi duyanların keyifli okuyacağı bir kitap olma özelliği taşıyor.

 

Tuğçe Yaşar, Kurtarılmış Zamanlar, Sözcükler, 2022, 77 sayfa

 

Kaynakça:

Toprak, Menekşe, Hangi Dildedir Aşk, Yapı Kredi Yayınları, 2009

Toprak, Menekşe, Temmuz Çocukları, İletişim, 2011


* Bu yazı Göç dergisinin Kasım - 2023 sayısında yayınlanmıştır.

https://dergi.tplondon.com/goc/article/view/872

© Tüm hakları saklıdır
Tasarım by Orbay Soydan